24 Şubat 2009 Salı

"Ya Rabbiiiiiii Affet....."


Gaflet içinde geçen hayatının dönüm noktası olmuştu Tövbe-i Nasuh.Sofi henüz yeni tarikat almış günahlarından arındığını,kaderinde temiz bir sayfa açıldığını hissediyordu sanki....Elini uzattığı vekilin aslında kimin eli olduğunu düşünüyordu. Söylerken ürpermişti o cümleyi...".....Seyda Hz.'ni kendime Mürşid kabul ettim."Merak ediyordu kendisinin elinden tuttuğu Mürşidini, Suretini,Cemalini...Gün geçtikçe bu merak tarifi imkansız bir hal almaya başladı. İçinde birşeyler değiştiğinin farkındaydı Sofi. O'nu görmek arzusu kaplamıştı tüm bedenini. Sanki biri " Hadi" dese kuş gibiuçup konacaktı O Gül'ün bahçesine. Dua...Dua....Ve birgün tövbe aldığı Vekilden haber geldi. Vuslat vakti gelmişti..Müthiş bir heyecan kaplamıştı Sofiiyi..Sanki bedenini ateşlere atmışlar da o da haberin sarhoşluğuyla hiçbirşey hissetmiyor gibi.Sanki kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu....Ağladı..Titredi...Şükretti.Zor olmuştu birkaç gün beklemek ama nihayet Sevgili'ye kavuşma vakti gelmişti.Sofi sünnet üzere evden çıkmadan gusül abdesti alıp iki rekat namaz kıldı.Niyetim allah rızası için,Allah'ın dostunu görmeye gitmektir. Rabbim sen utandırma diye dua etti..Yola koyuldular.Otobüs Sofilerle dolmuş adeta bir bayram havası vardı otobüste... Sofi şaşkın ama halinden memnundu...Daha önce hiç böyle bir yolculuk yapmamıştı...İlahiler....Sohbetler....Namaz molaları...Muhabbetten yada sevinçten ağlayanlar...Söylenen ilahilerden etkilenip cezbelenenler...Rabıtaya girib kendinden geçenler....Yolculuk devam ederken görevli vekil ilk defa gidecek olanlara ziyaret adabını anlatıyor.Sofi pür dikkat olmuş vekili dinliyor...İyice anlamıştı...Ama yollar bitmiyor...Uzadıkça uzuyor.....Yol kısaldıkça Sofinin sabrı kısalıyor...Ah bitmiyor yol sanki otobüs geri geri gidiyordu.Sofi hep düşüncede..Yola çıktık ama acaba oraya varabilecekmiyim...Ya gidemeden başımıza bir kaza gelirde O'nu görmeden ölürsem..Yada gittik farzedelim..Ya oraya varınca Sultanım bana himmet etmezde herkes nazarla yanarken ben sönmüş mum gibi olursam..Bir ara boşluğa düştü sofi...Gözlerinden sicim gibi yaşlar boşaldı..Öyle ağlıyordu ki Sofi, onun bu ağlayışını gören yolcu kafilesi kendilerini tutamayıp onlarda ağladı...Otobüsten hasret ve yanık kokuları yükseliyordu sanki....Sofi yolculuk bitene kadar bu hal üzere sebat etti...Nihayet yol Adıyaman il sınırına vardı. Tabelayı gören Sofinin kalp atışları da hızlanmıştı..Durak durak ilerliyorlardı Menzil'e....Yol uzadı, uzadıkça uzadı...Kahta'ya vardıklarında artık Sofide derman kalmamıştı. Ağlamaktan şişmiş gözleri her durağa acaba burası Menzil'mi diye bakmaktan yorgun düşmüştü.Veeeeeeeee...Beklenen an gelmiş sonunda Sultanın köyü görünmüştü. CAminin minaresi, beyaz kubbeler....Markadın parlayan ve sanki bir elması andıran işlemelri...Sofiyi cezbetmişti bu görüntüler. Otobüs iyice yaklaştı herkeste bir telaş, kavuşmanın vermiş olduğu bir heyecan vardı.Sofiler kendini kaçırırcasına atıyorlardı otobüsten Sofi köyün güzelliğinin sarhoşluğundan kurtulamamıştı daha...Şaşkın şaşkın bakıyordu telaşlanan sofilere biraz da acemiliğin vermiş olduğu bir hava vardı üzerinde.En son O indi otobüsten önce bir şöylece baktı etrafını iyice süzdü çok beğenmişti Menzil köyünü.her taşını selamladı kalb dili ile.Kapının önünde iki görevli karşılıyordu gelen kafileleri....Sofinin şişmiş gözlerini gören görevliler hemen sarılıp hoşgeldiniz dediler...Nerelerdesiniz biz de sizi bekliyorduk....Sofi bir anlam verememişti...Sadece bakmakla yetindi görevlilere...İçeri girdiğinde kalabalık başını döndürdü...Hemen görmek istiyordu Sultanını....O güzeller güzelini...Ama kafileyi kaybetmemek için onların peşinden gitti...Hemen şükür namazı kılıp şükretti Allah 'a (c.c.)İkindi ezanı henüz okunuyordu...Daha sonra görevli sofilerin sesi duyuldu..." Sofileeeeeerrr. Seyda Hz. camiye teşrif edecekler.Herkes yerini alsın kurbanlar .Haydiiiiiiiii"Sofi birdenbire toparlanıp adeta bir yıldırım gibi fırladı. Abdestini tazeledi kafileyi unutmuştu bile...herkes gibi O da görmek için sabırsızlanıyordu Sultanını...En iyi görebileceği biryerden yer tutmuştu kendine.....Ezan bitmişti....Ve sofiler pür-adab.... Herkes 25 Estağfirullah çekip kalbini bağlamıştı Rabıta-ı Şerif'e kimbilir ne sesler yükseliyordu o gönüllerden ve hepsini duyuyordu Allah'ın izniyle Sultan..Sofi de diğerleri gibi Rabıta da idi.Sesler kesildi....Kocaman bir sessizlik....Adeta herkes birbirinin nefes alıp- verişini duyuyor.....Adeta kalbler yerinden çıkacak gibi atıyor...Sofi kalbten yalvarıyor....Gel artık Gel......Gel artık Ey Gönlümün Sultanı.....Gel de bitir hasreti....Nazarını esirgeme bu günahkardan...Ve....Sultan görünür kapıdan....O an bütün yürekler durmuş...O an hiçbirşey akılda yok...O an aşığın yandığı andır.Allah'ım O ne güzelliktir....O ne nurdur akan yüzünden....O ne emsalsiz endamdır Ya Rabbi..Yürekler uçtu..Gönüller sarhoş oldu...Gelen Asrın evliyası...GElen Gönüller Sultanı...Gelen Allah 'ın Dostu Sultan Abdulbaki hazretleri....Yürürken Gül-i Muhammedi, okudu kalblerden geçeni tek tek...Kimine nazar lutfeyledi..Kimini imtihana sevk etti...Bizim sofi bakalmıştı Sultana aaaaahhhhhhhh dedi. Biliyordum ama şimdi daha iyi anladımki O hakikaten Allah (c.c.) dostudur.Peygamber s.a.v.'in dediği gibi " gerçek Allah dostları o insanlardırki baktıkları zaman size Allah'ı hatırlatırlar"Sofi de öyle olmuştu önünden geçerken Sultanlar Sultanı...Derinden Aşk ile Allah demeyi bilmişti kalbi.Namaz bitmişti...Sofi de bitttiiiiii.Giderken Seyda Hz. evine arkadan masumane bakışı vardı...Gözyaşlarıyla arkadaş olmuştu sanki...Daha sonra hatme, Tövbe-i Nasuh, akşam namazı, rabıta, adab derken sofi iyice yorulmuştu.Ama uyku ne gezeeeeeeeeerr...Gece olmasını bekledi o vakte kadar Kur'an okudu...namaz kıldı...Sonra dayanamayıp attı kendisini Sultanın kapısına....ağladı ağladı...Görevlilere yalvardı açın ne olur kurban...Ne olur açın Sultanımı göreyim...Ne olur izin verin...Görevli olmaz kurban dedi..Buna izin yoktur...Sofi artık öyle olmuş ki...SAnki biri dese Seyda için ölürmüsün? Sofi oracıkta canını verecek gibi..Yalvarışlar....Yakarışlar....Sultan'ın defalarca kapanan kapısı...Reddetmekten vazgeçmeyen görevli Sofiler....Sofi dayanamayıp başını yaslıyor Sultanın kapısına...Herkes yerinde...adablar yapılmış...Kimsecikler yok görünürde...Bir Sofi bir de karanlık gökyüzü...Kalbten çekti tek tek 25 kere Estağfirullah.....Bağladı kalbini Sultan'ın kalbine...Yalvardı hal diliyle gönüller Sevgilisine..."Sultanım...beni bana bırakma...Ne olur acı bu garib Sofinin haline...Ne olur lutfet huzuruna kabulü..Şu gecenin karanlığından daha da çok benim içimdeki karanlık...Lutfet de Nur'unla aydınlansın bu kararmış gönül...." Yalvardı....Yalvardı...Yalvardı...Bu hal üzere ne kadar kaldı bilinmez...Bir zaman sonra Sultan'ın kapısı aralandı...Görevli Sofi gülümseyerek Gel dedi..Bu akşam Sultanın kapısında uyuyacaksın...Sofi bir ara kendinden geçer gibi oldu...Sonra kendini toparladı..Bismillah deyip adımını attı içeri...Daha girmeden Gül kokusu sardı her yerini...Ağlayan Sofiye baktı görevli...Eline bir yastık birde battaniye tutuşturdu ve onu..Sultan'ın kaldığı odanın önüne getirdi.Dedi ki; Sofi ne mutlu sana sen bu gece burada uyuyacaksın...Ama sakın adabsızlık etme..Sultanın kapısına dokunma...Sofi başını öne eğerek peki dedi...Görevli gitti...Sofi ne yapacağını şaşırmıştı..Evet içeri girdi ama Sultanı göremiyordu ki..Şükür deyip serdi battaniyesini yere yastığına koydu başını çekiniyordu Sofi iki büklüm olmuştu adeta...Bir ara dalmıştı Sofi....Uyku ile uyanıklk arasında bir halde bir ses duydu..."Ya Rabbiiiiiii Affet....."Sofi aldırmadı önce...Başını koydu tekrar yastığa tam dalacaktı ki; yine O ses"Allah 'ım affet...affet Allah 'ım...."Sofi birden irkildi...Hemen toparlanıp doğruldu...İyice kulak verip dinledi..." Ya Rabbiiiiiii. Affet affet Sofilerimi Allah'ım....Onları bağışla..Sen affedicisin Sofilerimi affet Allah 'ım"Evet...Bu ses Sultan'a aitti...Ağlayan O'ydu...Gecenin bir yarışı aşk ile yandığını sanan Sofi bile uyumuşken uyumayan Allah Dostu idi....Ya Rabbiii. Sofilerimin günahlarını bağışla...Onları affet Allah'ım...Bunu duyan Sofi hemen ayağa kalktı. Kapıyı açıp Sultan'ın eteğine yapışmak istedi..Amaaa ne yüzle.....Gözyaşları oluk oluk akıyordu...Hıçkırıklar boğazına düğümlendi....Bu hale daha fazla dayanamayan Sofi kendini menzilin yanlız ve sessiz avlusuna attı...Kimsecikler yoktu etrafta...SAnki taş, yer,, Gök , Menzilin esen rüzgarı bile Affet diye ağlıyordu...Sofi küçüldü, küçüldü, Bir taş olmak istedi....Toprak olmak istedi...Çaresiz dizleri üstüne çöküp kaldırdı başını gökyüzüne...Açtı ellerini Kainat'ın sahibine...Yalvardı hıçkıra hıçkıra....Söyledi tekrar Tövbe-i Nasuh'un sözlerini..Ya Rabbiiiiiii...Ben pişmanımmm...Bütün yapmış olduğum günahlardan ben pişmanımmmmmm...Keşke yapmasaydııımmm...İnşAllah bir daha yapmayacağım...Allah'ım sen beni ve bütün sofileri affet...Gecenin bir yarısı herkes gaflet içinde uyurken, bizim affedilmemiz için ağlayan Dost'unun kapısına bizi layık et...Bizi affet Dost'unu ağlattığımız içinn..Biz onun gözünden dökülen bir damla yaşa değmeyiz...Bizi affet Allah 'ım...Sultanımızı başımızdan eksik etme....Dedi ve yığılıverdi yere...Kendine geldiğinde Görevli bir sofi ona bakıyordu.hayırdır kurban iyimisin ne oldu böyle sana...Sofi cevap verdi...Elhamdulillaaaaaaahhh. Yaşadığım süre içinde hiç bu kadar iyi olduğumu hatırlamıyorum...Sultanımın dediği gibi Allah c.c. bizi affetsin....

15 Şubat 2009 Pazar

GAVS-I SANİ HZ SOHBETLER

GAVS-I SANİ HZ SOHBETLER
Bu Tarikat-ı Aliye Kuranın özüdür..
Bu tarikat-ı aliye Kur'anın özüdür, Kur'anı Kerimin hikmeti, takvasıdır. Bu tarikat-ı aliye çok değerlidir, çok hassastır, ktir. Bu tarikatı aliye bembeyazdır, en ufak bir leke olursa hemen gösterir, leke değmemesi için çok dikkatli olmak lazım. Bu ebedi olarak insanın hayatını kurtarır. İnsan bütün kuvvetiyle 50-60 senelik dünya hayatı için çalışıyor. Ama belli olmuyor, belki bir gün, belki bir dakika sonra ölebilir. Kendim için çalışıyorum sanıyor, halbuki millet için (başkası için) çalışıyor. Öldükten sonra her şeyi bırakıyor, malı başkalarına kalıyor. Dünya böyle, ama ahiret böyle değil. Yüz bin değil beşyüz bin trilyon sene değil, ebedi olarak devam edecek olan ahiret hayatımız için çok çalışmamız lazım. Allah için çalışmak, ebedi hayat için çalışmak, aslında insanın kendisi için çalışmaktır. Peygamber (A.S.) bir hadisi şeriflerinde "Dünya ve içindekiler melundur, Allah lanet etmiştir. Allah rızası için yapılan işler bunun dışındadır." Bunun için, niyet çok mühimdir. Niyet sağlam olursa, hem dünyayı kazandırır, hem ahiret'i kazandırır. Gavs (K.S.A.) bu hadise binaen sabah kalktığında elbiseyi giyerken, abdest alırken işe gitmeden önce; "Ya Rabbi sizin için çalışıyoruz, siz Rezzak-ı mutlaksınız, çalışmasak da rızkımızı verirsin. Sen çalışmayı vacip kılmışsın. Ailem için çoluk çocuğum içi çalışmayı vacip kılmışsın, bu vacip görevimi yerine getirmek için çalışıyorum." böyle niyet etse akşama kadar camide ibadet etmiş, vaktini secdede geçirmiş gibi sevap alır. İslam güzel ahlaktır. İbadet yalnız namaz değildir. Namaz kılmak çok mühim, her müslümanın yerine getirmesi gerekmektedir. Yoksa Allah teala azap eder. Güzel huylu olmak, yalan konuşmamak, sağlam çalışmak, bunlar ameli salihtir. Gavs Hz. yemin etti, bizim evimize haram girmemiş, Seyda Hz. de bizim evimize haram girmemiş dedi, biz de diyoruz ki, bizim evimize haram girmemiştir. Sizler de bizim işimizde çalışıyorsunuz, dikkat edin. Bu mala haram karıştırmayın. Dikkat etmezseniz siz vebaldesiniz. Helal kazanmak başlı başına bir ibadettir. Biz bu dergiyi (Semerkand yayınlarını) dini İslam için, insanların eğitimi için, hem de tekkenin ihtiyaçlarını karşılamak için çıkarıyoruz. Sofiler geliyor çorba lazım, ekmek lazım, yatak lazım, bunlar için para lazım. Parasız olmuyor, dünya için de çalışmak gerek, hizmetin devamı içinde paraya ihtiyaç vardır, bunun gibi dünya için çalışmak ameli salihtir. Yoksa bize para lazım değil. Biz malımızı, canımızı, devletimizi (malımızı mülkümüzü), elbisemizi sofilerin ayaklarının altına atmışız. Bu tarikatı aliyenin gayesi hizmettir. Peygamber (A.S.)'ın yolunda çalışıyoruz, siz bizim dergimiz için çalışıyorsunuz. Biz sizden memnunuz. Gavs (K.S.A.) buyuruyor, onun zamanında bir hırsız varmış, çevre köylerden bal çalarmış, sen bu balı nerden alıyorsun demesinler diye içinde arı olan bir kovan da çalıp getirmiş. Arılara demiş ki siz vız vız yapın ben balı bulup getiririm. Sizde vız vız yapın, sadatlar size himmet eder, sadatlar da himmet çoktur. Siz ne kadar gayret ederseniz o kadar himmet gelir. Bu sadatlar Allah'ın dostudur, bu sadatların nazarı dağları yerinden kaldırır. Sizin bir dostunuz olsa ondan bir şey isteseniz yapmaz mı. Onlar ne isterse Allah verir. İsteklerini geri çevirmez. Biz bu hizmetlerde ortağız. Bu ortaklıkta ticaret ölünce bitmez. Yüz sene, beşyüz sene de değil, kıyamete kadardır. Amel defteri kıyamete kadar kapanmaz. Çünkü bu tarikat kıyamete kadar devam edecektir. Onun hayrı hem size, hem bize, hem de sadatlaradır. Biz sizden razıyız, Allah'ta sizden razı olsun. Allah yardımcınız olsun.

Yetiş Ya Resulallah!


Yetiş Ya Resulallah!
Ebû Abdullah Merrakûşî hazretleri, Resûlullah efendimizi vesîle ederek Allahü teâlâdan bir şey istemek, Resûlullah efendimizin yardım ve şefâatlerine kavuşmak husûsunda bir eser yazdığı esnâda başından geçen bir hâdiseyi şöyle nakletti:"1239 senesinde Sader kalesinden seçkin bir cemâatle berâber çıktık. Yanımızda bize kılavuzluk eden biri vardı. Bir müddet gittikten sonra suyumuz tükendi. Durup su aramaya çıktık. Ben de bu arada ihtiyâcımı görmek için gittim. Bu sırada müthiş bir şekilde uykum geldi. Nasıl olsa giderken beni uyandırırlar deyip, başımı yere koydum. Uyandığımda kendimi çölün ortasında yapayalnız buldum. Arkadaşlarım beni unutup gitmişlerdi. Yalnızlıktan büyük bir korkuya kapıldım. Çölde sağa sola yürümeye başladım. Nerede bulunduğumu, nereye gideceğimi bilemiyordum. Her taraf dümdüz kumdu. Az sonra hava karardı. Yolculuk yaptığımız kâfileden hiçbir iz yoktu. Ben, gece karanlığında yapayalnızdım. Korkum daha da şiddetlendi. Telâşla daha süratli yürümeye başladım. Bir müddet gittikten sonra, çok susamış ve yorulmuş bir hâlde yere düştüm. Artık hayâtımdan ümîdimi kesmiş, ölümümün yaklaştığını hissetmeye başlamıştım. Susuzluk ve yorgunluktan, ızdırap ve elemim son haddine varmıştı. Birden aklıma geldi. Gece karanlığında: "Yâ Resûlallah! Yetiş! Senden Allahü teâlânın izniyle yardım etmeni istiyorum!" diye inledim. Sözümü bitirir bitirmez, birinin bana seslendiğini duydum. Sesin geldiği tarafa baktığımda; gece karanlığında, etrâfına ışıklar saçan, bembeyaz elbiseler giyinmiş, o zamâna kadar hiç görmediğim bir kimsenin beni çağırdığını gördüm. Bana yaklaşıp, elimi tuttu. O ânda bütün yorgunluğum ve susuzluğum kayboldu. Yeniden doğmuş gibi oldum. Ona canım birden ısınıverdi. Elele bir müddet yürüdük. Hayâtımın en tatlı anlarından birini yaşadığımı hissettim. Bir kum tepeciğini aşınca, berâber yolculuk yaptığım kâfilenin ışıklarını görüp, arkadaşlarımın seslerini duydum. Onların yanlarına doğru yaklaştık. Benim bindiğim hayvan en arkada onları tâkib ediyordu. Birden gelip önümde durdu. Bineğimi önümde görünce, sevinç çığlıkları attım. Ben bağırınca, benimle gelen zât elini elimden çekti. Daha sonra elimden tutup bineğime bindirdi. Sonra da; "Bizden bir şey isteyeni ve yardım talebinde bulunanı boş çevirmeyiz." diyerek geri dönüp gitti. O zaman onun Resûlullah efendimiz olduğunu anladım. O, geri dönüp giderken, çevresine yaydığı nûrların gece karanlığında göğe doğru yükseldiği görülüyordu. O, gözümden kaybolunca, birden aklım başıma geldi; "Nasıl olup da ben, Resûlullah efendimizin elini ayağını öpmedim." diye çırpındım. Ama iş işten geçmiş, fırsat elden kaçmıştı.

13 Şubat 2009 Cuma

Hizmet Nimettir (Gavs-iSani)

Nakşibend Tarikatıİlim muşahede ve keşif sahibi kimselerin tecrübeleri ile Nakşıbendi tarikatı bütün tarikatların en kolayıdır. İlahi ahadiyetin tecellisine mazhar olmak için Nakşıbendi tarikatı insanı en kısa yoldan ulaştırır. Çünkü Nakşide müridin çalışmasından çok mürşid çalışır. Mürşid çok çalışır ve kalbindeki feyizleri müridin kalbine aktarır. Nakşıbendi tarikatının önderi ve Şah'ı ; Hz.EBUBEKİR (r.a.) ' dır. Resulullah Aleyhisselatu vesselam; bir Hadis-i Şerif'te ; " Yüce Allah (c.c.) benim kalbime neyi aktarıyorsa, bende O'nu Ebubekir'in kalbine aktarıyorum " buyurmuşlardır.Nakşibendi tarikatı Ehl-i Sünnet ve'l cemaat itikadı üzerinde bulunmak bid'at ve uydurmalardan kaçınmaktır. Kötü ve çirkin huy ve alışkanlıklardan arınmak, güzel ve yüce ahlak sahibi olmaktır. Bu tarikatta cezbe hali, her şeyden önce gelir. Cezbeden sonra salik perdelerinin ardındaki gizli aleme ulaşmış demektir. meczupluk hali iki şekilde olur.Birincisi; Suluk'un başında gelip geçer.. bu Nakşıbendi tarikatında olmaktadır.İkincisi ; Salik bütün makamları aştıktan sonra zuhur eden bir haldir ki ; bu diğer tarikatlarda görülmemektedir.Bu sebeple " Nakşıbendi tarikatı diğer tarikatların dolaşıp ulaştıkları son makamı daha yolun başındayken ulaşır ve müride bunu gösterir " denilmiştir. Nakşıbendi tarikatının evliyası diğer tarikatların evliyasından daha selahiyetlidir. Fakat bundan Nakşıbendi tarikatının evliyası diğer tarikatların evliyasından daha faziletlidir manası anlaşılmasın. Anlatmak istediğimiz mana şudur ;Nakşıbendi tarikatı diğer tarikatlardan daha kısa mesafeli ve daha kolaydır.Nakşıbendi tarikatının salikleri diğer tarikatların saliklerinden daha faziletlidir. mesela erkek, kadından yaratılış bakımından daha güçlü ve üstündür dediğimiz zaman bir gerçerği ifade etmiş oluruz. Aynen bunun gibi , Nakşıbendi tarikatının usul ve temelleri de diğer tarikatlardan güçlü ve üstündür.Nakşıbendi tarikatında ilk önce kalb zikri gelir, oysa diğer tarikatlarda, kalb zikri ikinci derecede gelmektedir. Nakşıbendi tarikatında normal olarak, yemek, içmek, uyumak, evlenmek ve çalışmak vardır. Açlık ve uykusuzluk derecesi diğer tarikatlara nazaran ikinci planda gelmektedir. bulundukları her yerde muhabbet kalplerinin tellerini İlahi merkeze bağlarlar. Elleri işte, kalpleri İlahi tefekkürdedir.Kur'an-ı Kerimde şöyle buyrulmaktadır ; " (ALLAH'ın) Öyle kulları vardır ki onları ALLAH'ı anlamaktan ne ticaret ne de alışveriş alıkoymaz " Kısacası Nakşıbendi tarıkatı Sahabilerin (r.a.) uyguladıkları usul ve kaidelerdir. Sahabiler hangi yolu takip etmişlerse ne fazla ne eksik o yolu olduğu gibi takip etmektir. Sünnet'e bağlı kalmak, zahir ve batın işlerini ve durumlarını aynı ölçülerde düzeltmektedir.Hayat işlerinden hiçbirini ihmal etmeden kalb huzuru bulmak ve manevi alemden feyiz almaktır. Genç ve yaşlı herkes ölü ve diri bu feyiz ve nurlar karşısında eşittir. hiç bir derece ve makamında zorluk yoktur. Bu tarikatın piri ve önderi; Hz.EBUBEKİR (r.a.). Halifelerin ilki ve öncüsü idi. Bu tarikatta diğer tarikatların önderi ve lideridir. Nurların ve sırların kaynağıdır. Diğer tarikatlarda olduğu gibi bu tarikatta da bazıları Sünnet'e aykırı olarak oynama ve benzeri davranışlarda bulunmaktadırlar, bunların bu davranışları şüphesiz Nakşıbendi tarikatı ile ilgisi yoktur. Özet olarak; Nakşıbendi tarikatı en güzel ve en olgun, en açık, en tatlı, en kısa, en kolay ulaştırıcı ve vardırıcı bir tarikattır. Bir şair şöyle demektedir ;" Nakşıbendi tarikatının üstün özelliklerini hiç kimse tam olarak vasıflandıramaz ".Minhacul-Abidiyn kitabında, Şöyle denilmektedir " Nakşıbendi tarikatı, uzunluk ve kısalığı diğer tarikatların ve ayakla yürünen yolların mesafelerine benzemez. Bu tarikat ruh ayağı ile yürüyen bir tarikattır. Tefekkürlerine çok önem verilen ve iman lezzetlerini esas kabul eden bir tarikattır. İlahi nurlara mazhar olan bir mürid, bu tarikatta daha erken ermektedir. Kimi bir saat, kimi bir hafta kimi bir yıl kimi ise altmış yılda erer. Bazıları da yüzyıl ağlayıp, sızlanmaktadır. Fakat kalbinde hiç bir iz olmamıştır. Samimiyet ve ihlas her işin başında gelmektedir. Hadimide;" Nakşıbendi tarikatı, keşif ve kerametler tarikatıdır. Resulullah (s.a.v.) bir Hadisinde şöyle buyurmaktadır ;" Batın ilmi, Yüce ALLAH'ın (c.c.) sırlarından bir sırdır. Yüce ALLAH (c.c.) bunu sevdiği kulların kalbine tecelli buyurur. "Hiç şüphesiz bu ilim hangi kalbe girerse orada bir aydınlık ve genişlik meydana getirir. Tatarhaniye kitabında şöyle denilmektedir ; " Keşif ve kalb ilmi, öğretmek ve öğrenmek ile elde edilmez; Yaşanarak, çalışarak elde edilir. Bu kalb ilmi değil, hal ilmidir. Kur'an-ı Kerim'de Yüce ALLAH (c.c.) şöyle buyurmaktadır." Bizim için çalışanlara, hiç şüphesiz yolumuzu gösteririz. "İmam-ı Taftazani Şarhul-Makasit adlı kitabında şöyle demektedir ;" Kul bütün makamları aşıp İlahi tecellilere ulaşınca zati Ahadiyyetin sırlarına mazhar olur. Bu dereceye erişen bir kul, kendi sıfatını ve varlığını, Yüce ALLAH'ın (c.c.) varlığında unutur, kaybeder. Varlık dünyasında Yüce ALLAH'ın (c.c.) varlığından başka hiç bir şey görmez. Gördüğü, duyduğu ve bildiği sadece O'dur (c.c.). Hadis-i Kutsi'de ; " Kul nafilelerle Bana yaklaşmaya devam eder. Takiben ; onun tutan eli, yürüyen ayağı ve konuşan dili olurum" diye işaret edilen mana budur.Bu tarikat bilgileri ile elde edilir, kalb ve ruhun sırlarına mazhar olmak için nefsin kötülüklerinden arınmak gerekir.Yararlanılan KaynaklarAdab-ı Fethullah -- Seyh Fethullah Verkanisi (ALLAH (c.c.) Sırrını A'li kılsın)Yüce Nakşıbendi Tarikatı -- S.Abrurrakib EROL (ALLAH (c.c.) Kendisinden razı olsun

Seydam



SohbetGavs (K.S.A.) bir sohbetlerinde buyurdular ki: Bir zamanlar bir ağa varmış. Dokuz - on günlük mesafedeki birşeyhi ziyaret edip duasını almayı murad etmiş ve kalkıp yola koyulmuş. Nihayet şeyhin huzuruna varmış.Kendini takdim ederek ben falan memleketten falan ağayım. Duanızı almak için huzurunuza geldim. Lütfen bana dua ediniz, diyerek dua talebinde bulunmuş.Şeyh cevaben, “Allah canını alsın. Allah seni dünya yüzündebırakmasın. Tez canını alsın ki, çabuk nail olup gidesin” diyor. Ağa şaşırıyor. “Efendim, ben buralara kadar duanızı almak için geldim. Sen ise bana beddua ediyorsun” diyor. Şeyh: “Hayır, hayır oğul, ben sana bedduaetmiyorum. Sana dua ediyorum. Senin dünyada kalışın zararınadır. Dünyada kaldığın müddetçe zulüm ve hakaretine devam edeceksin. Onun için benim sana söylediklerim aslında sana dua mahiyetindedir. Sen de benden dua talep etmiyor muydun? Senin dünyada fazla kalıp günahını çoğaltarak, kıyamette perişan olmanı istemediğimden sana bu duada bulundum” buyuruyor.Evet işin aslı böyledir, insan dünyada çok kalıp da Allah’ın maşım tahsil için az çalışırsa, böyle kimsenin kalmasından ise gitmesi daha iyidir. Rabbü’l-Âlemîninsanı dünyaya, âhiret için çalışıp büyük menfaatler temin etsin diye göndermiş. Onun için de âhirette büyük mükâfatlar hazırlamış insanlara. Cenneti hazırlamış, Cemalüllah’ı hazırlamış insana. Dünyaya da insanı, bunları kazanabilmek için göndermiş. Rabbü’l-Âlemîn dünyayı, (emrine muhalefet edilsin, namaz kılınmasın, zulümedilsin, haram mal yenilsin) diye yaratmamıştır. Keyf ve sefa sürülsün diye de dünyayı halk etmemiştir. Eğer dünyayı keyif ve sefa için halk etmiş olsaydı, dünyayı harap etmezdi Rabbü’l-Âlemîn. Zevâli olmazdı dünyanın. İnsan, onun içinde ebedî olarak kalırdı. İhtiyarlık ve hastalık da olmazdı. Kığın sıcağı yazın soğuğu olmaması icab ederdi.Eğer dünya ebedî olmuş olsaydı, Öyle bir hâl üzere olması icab ederdi ki, insan içinde devamlı keyif ve sefa üzere bulunurdu. Halbuki hiç de Öyle değil. Demek dünyayı bunlar için yaratmadı Rabbü’l-Âlemin. Zâtını tanısınlar diye emrine uysunlar diye yarattı dünyayı. Yani dünyayı bir imtihan sahası olarak yarattı Rabbü’l-Âlemîn. İnsanları tecrübe etmek için halk etti. Öyle ise yüzünü Allah’a döndürmeyen, namazınıkılmayan, orucunu tutmayan, dünyaya kapılıp da Allah’tan hiç haberi olmayan insandan, Allah’ın mahlûkları arasında daha ahmak bir yaratık bulmak mümkün olamaz. Bugün için dünya keyif ve sefasında ise, bedeninin rahat ve huzuru yerinde ise, bu böyle devam etmez. Sonunda ölüp yerin altına girecek, vücudu çürüyüp gidecektir. Ne zaman ki dünyadan nakil olup giderse o zaman gerçekleri görecektir. İnsan akıllı olmalı, aklını başına toplamalı, bu dünya hayatının ebedî olmadığını, dünyanın harap olup insanın Haşir’de Rabbü’1-Âlemîn’in huzurunda toplanacağını, yaptıklarından Rabbü’l-Âlemin’in hesap soracağını düşünmelidir. Öldükleri sonra dirilip Haşir’de toplanacağımızı Rabbü’l-Âlemin senede bir defa nebatat üzerinde haşrın bir örneğinivererek göstermektedir. Otların ağaçların buğday ve arpa gibi hububatın bilcümle nebatatın senede bir defa kıyametini koparıp sonra haşrini yapmaktadır.Evet kuruyan otlar, senede birkaç gün yağmur yağmasıyla yavaş yavaş yeşermekte, hayat bulmakta, büyümekte ve kemâle ermektedir. Kemâle ermesinden sonra sararıpsolmakta, esen kuvvetli bir rüzgârla dağılıp her bir parçası bir yere gitmektedir. Yerin altında sabit kalan kökü yeni bahar geldiğinde Rabbü’l-Âlemîn’in inzal ettiği yağmurlarla tekrar hayat bulup başını topraktan çıkarmakta, yavaş yavaş eskisi gibi büyüyüp kemâle ermektedir. Aynen eski hâlini almasıyla, bir evvel seneki durumunu,şeklini, muhafaza etmesi ile, eskisinden hiç fark edilmemektedir. İnsanın durumu da aynen böyledir. Otların dağılıp tekrar hayat bulması gibi, insan da öldükten sonra bütün kemikleri çürümekte, etleri dağılmakta, toprağa karışmaktadır. Fakat insanın kökü mesabesinde olan, asla çürümeyen esas (us-us) kemiği, toprağın altında kalannebatatın kökleri gibi hiçbir şey olmadan kalır, tâ sûr üflenince ye kadar (*). O zaman tekrar hayat bulup hayyolur. İsrafil isimli meleğin elinde kaval şeklinde olan, bu sûru İsrafil (A.S.) ağzına götürmüş vaziyette, üflemeye hazır olarak emir beklemektedir. Kitaplarımız sûra üç defa üfürüleceğini haber vermektedir. Birincisûr insanları korkutmak içindir. Ondan çıkan müthiş bir ses insanları o kadar korkutacak, ki hamile kadınlar korkularından çocuklarını zayi edecekler. Emzikli kadınlar yavrularını emzirmekte oldukları halde atacaklar. Denizler bile o sesin dehşetinden coşup yataklarından taşacak. İkinci sûra üfürüldüğünde bütün mahlûkat helak olup ölecekler.İnsanlardan, cinlerden meleklerden geriye hiç kimse kalmayacak. Ancak Azrail, Cebrail, İsrail, Mikâil ve Şeytan müstesna. Daha sonra Rabbü’l-Âlemîn Azrail’e Şeytan’ın da canım almasını emredecek. Şeytan kaçmaya çalışacak. Azrail kovalayacak, şeytan kaçacak, kurtulamayacağını anlayınca yerin altına giripgizlenmeye çalışacak. Azrail orada da kovalayacak, kurtulamayacağını anlayınca şeytan bu sefer gökyüzüne kaçıp kurtuluş çareleri arayacak. Fakat Azrail arkasını bırakmayacak. Gökyüzünde yakalayıp canını almak için kovalayacak. Şeytan son çare olarak kurtuluşu denizlerde bulacak. Denizlere iltica edip gizlenecek. Azrail(A.S.) çok aradığı halde bulamayacak. Rabbü’l-Âlemîn’e iltica edip, Yarabbi ben bulmaktan aciz kaldım, ne emir ediyorsunuz diye arzedecek. Rabbü’l-Âlemîn Azrail’e “Cehenneme git, Cehennem bekçisi Mâlik’i gör, sana yetmişbîn tane Cehennem köpeği versin, onlarla şeytana bak, ara bul!” diye ferman edince Azrail hemen Cehennemden yetmişbin köpek alıp şeytanın arkasına salacak. Fakat yetmişbin Cehennem köpeği de şeytanı bulamayınca, Azrail tekrar Rabbü’l-Âlemîn’e arzedip almış olduğu emirle Cehennemden yetmişbin köpek daha alıp şeytanı arayacak. Yine de bulması ve yakalanması mümkün olamayacak. Bir defa daha Rabbü’l-Âlemin’e iltica ederek durumu arzedecek, almış olduğu yeni bir emirle, Cehennemden üçüncü defa yetmişbinköpek çıkararak şeytanın peşine salacak, artık şeytan kurtuluş yolu bulamayınca kendini Hazret-i Adem’in mezarına atarak yüzü koyun secde edercesine Hazret-i Adem’ in mezarına kapaklanacak, bütün köpekler üstüne üşüşecek ve Azrail yetişecek. Bakacak ki şeytan Hazret-i Adem’in mezarına kapanmış. Diyecek ki: “Ey mel’unAllah (C.C.) emrettiği zaman secde etmedin de şimdi mi secde ediyorsun?” Şeytan, “Hayır ben şimdi secde etmiyorum. Ben nerede ne zaman secde ettim ki?” diye cevap verecek, Azrail, “İşte baksana başını Adem’in mezarına koymuş secde etmişsin, başını kaldırınca, Azrail derhal vurup ruhunu alacak ve Cehennem Mâlik’ineteslim edecek.Şeytanın canını alırken, şeytandan öyle bir nara, öyle bir ses çıkacak ki, şayet insanlar sağ olsalardı o sesin dehşetinden hepsi helak olurlardı. Daha sonra Rabbü’l-Âlemîn Azrail’e diğer meleklerin de canını almasını bildirecek. Azrail emri yerine getirecek. Geriye birtek Azrail (A.S.) kalacak. Rabbü’l-Âlemîn ona da “Öl!” diye emredince Azrail hemen orada ölüverecek. Rabbü’l-Âlemin’in Zatından başka hiçbir şey kalmayacak. Aradan bir zaman geçtikten sonra, Rabbü’l-Âlemîn İsrafil’i sûra üfürmesi için tekrar diriltecek.Daha sonra Arş-ı Âlâ altında bulunan suyu (insan menisine benzeyen) hayat denizinden kırk gün müddetle yeryüzüne sağnak halinde yağmur yağacak (*). însan kökü sayılan Us Us kemiği, otun büyüyüp boy atıp yeryüzüne fışkırması gibi çürüyüp dağılmamış olan o-Us Us kemiği kırk gün içinde boy atıp vücud bulup kemâle erecek. Daha evvelden diriltilmiş olan İsrafil, bütün mahlûkatın ruhlarının içinde bulunduğu sûraüfürünce, ruhlar çıkıp dağılacak.Her ruh kendi cesedini bulup içine girecek. O zaman uykudaki bir insanınuyanması gibi insanlar dirilecek. Bu diriliş bir odada uyumakta olan birkaç kişiye seslenildiği zaman nasıl hepsi birden uyanırsa, aynen onun gibi insanlar bir defada dirilecekler. Yeniden diriltildikten sonra, Rabbü’l-Âlemîn’in halk edeceği bir ateş bütün insanları ve melekleri kuşatıp önüne katarak mahşer yerine getirecek.Hâşâ, bunlar Rabbü’l-Âlemîn’in yanında zor değildir, insanı tekrar bir tohumdan halk etmesi hiç de Rabbü’l-Âlemîn’e zor olmaz, İnsanları bir damla meniden halk etmesinin zor olmadığı gibi. Evet insanı bir damla sudan hâlk etti. O bir damla su ana rahmine dökülünce orada kan oldu, kana inkilâp etti. Rabbü’l-Âlemîn o kandan kemik meydana getirdi. Daha sonra kemiklere et sardı. Et parçası haline gelen insan teninde göz, kulak, el, ayak, ağız meydana getirdi.Zamanla, onu da inkişaf ettirerek vücud teşekkül ettirdi, Daha. sonra ruh verdiği ovücud, dokuz ayda ana rahminde canlı olarak kalıp nihayet dünyaya gelmesine müsaade edildi. Şimdi yeniden diriliş mi zordur? Yoksa darı tanesi gibi olan insan tohumuna hayat vermek mi zordur? Şüphesiz ki hiç yoktan meydana getirilen insan vücudu daha zordur. Fakat Allah’ın yanında zor hiçbir şey yoktur. İnsan akıllı olup aldatılmamalıdır.İnsanın kurtuluşu, samimî olarak Allah’a yönelmekle ancak mümkündür., (*) Us-üs Acb(kuyruk sokumu) da denilen küçük kemik. Herseyin kuyruk dibi ve nihayeti. Fâtîha-i hilkat olan küçük kemik Acb-üz zeneb diye hadîs-i şerifte ismi geçen ve insanın kuyruk sokumundaki en küçük kemik olup hiç çürümez… Nâşir. (*) Bahr-i mescur (mescur; Memlü. dolu) Arş altında bir deryadır. Bana bahr-i hayvan dahi derler. Hak Teâlâ ölüleri ba’setmek (diriltmek) murad edince o deryadan kırk gün gece/gündüz yağmur yağdırır, yerden nebat hâsıl olur gibi ölüler onunla dirilir. Ondan sonra sûr nefholunur, kabirlerden çıkarlar. Bahr-ı mencura Heykâîl adında bir melek müvekkeldir. Diğer melekler onun emrine tâbidir Heykâil çok muazzam birmelektir… Nâşir.menzil.net

10 Şubat 2009 Salı

Seydam





Biz Ümmeti Muhammedin imanını kurtarmak için elimizden geleni yapıyoruz. İnsana enlazım olan şey imandır.En mühhim olan husus imandır.Ve insanın en mühim meseleside sekeratta imanla gidebilmesidir.İnsan imanla gittikten sonra ahirette işi kolaydır.Çünkü cenabı hakkın yüz merhameti vardır.
Dünyaya bir rahmetini,ahirete doksan dokuzunu saklamış.Bu dünyadaki rahmetini tüm kullarına varmiş mümin fasık kafir hatta onu inkar edenede ,ama doksan dokuz rahmetini mümin kullarına saklamıştır.İnsan mümin olarak imanla göçerse orada işi kolaydır.Takva İmanı korur ameli salihde onu kuvvetlendirir.Sekerat zordur.Ölüm anı tülbent nasıl dikenler üzerinden alınmak istendiğinde nasıl ona gerer ona onu defome eder aynen öylede ruh vicuttan çıkarken insan ızdırap eder acı çeker sıkıntı duyar.Buda yetmiyormış gibi şeytan son nefeste ona insana musallat olur.En sevdiğinin kılığında gelir.Vefat etmiş olanlardan ,insan telkinde bulunur.Derki bak seni nasıl sevdiğimi biliyorsun .Ben senden önce gittim orada gördüm.Orda geçerli din yahudilik dinidir.Gel sen o dine geç perişan olma .Onu kandırmaya çalışır .İkna edemezse hristiyanlığı teklif eder.Eğer yinede kandıramassa elinde bir bardak su sekerattaki o acı çeken insana onu gösterir.O lisanı haliyle ondan bana su ver diye talep ettiğinde veririm ama başınla bana bir secde et diye onu imansız götüemeye çalışır.Neuzibillah içte bu sıkıntı ve şeytanın musallat olduğu esnada insan kalbinde iman hakikatleri ile ilgili bir nebze şüpheye düşse ,tereddüte düşse ,inkara düşse bu hal üzere ölürse imansız gider.Bütün hayatı boşa gider.
Bu tasavvuf,bu sadatı kiramın en büyük faydası son nefestedir.Sadatı kiram,onların ervahı Cenabı hakkın izniyle sekeratı mevtanın başına gelir.Omekanı şeytan terkeder kaçar ve insan iman üzere ölür Cenabı hakkın huzuruna varır.
'' Kim o sadatın elini tutarsa ,sekiz şartı yaparsa ilahi noterde bunlara vekalet vermiş oluyor.İlahi noterde o sadata vekaletname veriyor.Son nefeste ölürken imanla ölme vekaletnamesi ,şeytana karşı yardım vekaletnamasi,kabirde sual melekleri gelince yardım vekaletnamesi,mahşerde şefaat vekaletnemesi,sırattan geçerken yardım vekaletnamesi.O vekaletnameyle ozaat gelir şeytan kaçar,melekler neden geldin dediğnde de Allah(c.c)onun vekaleti var ,ben kabul ettim ona karışmayın der.O şakilde gerek son nefeste,gerek kabirde,gerek mahşerde,gerek sıratta o vekalet nameyle gelirler.Ümmeti muhammede yardım ederler.Şart değil ama bukadarda faydası var nedersiniz buyurmuşlar.
BUNLAR BİR SÜRÜDÜR.BU SÜRÜNÜN SAHİBİ PEYGAMBARİMİZDİR.BİZDE ACİZANE BU SÜRÜNÜN ÇOBANIYIZ.BİZDE HİÇBİRİNİN ZAYİ OLMAMASI İÇİN ELİMİZDEN GELENİ YAPIYORUZ.YORULURSAK SIRTIMIZDA TAŞIRIZ,O HASTA OLURSA İLAÇ VERİRİZ İYİLEŞTİRİRZ.İLLA ÖLECEKSE MUNDAR GİTMESİN DİYE KESERİZ.ÇOK ŞÜKÜR BU POSTA OTURDUĞUMUZDAB BERİ KURDA KAPTIRMADIK.İMANSIZ GÖNDERMEDİK.''(GAVS_I SANİ K.S.A)
Menzil.Net - Tasavvufi yazılar..


“Kapımıza gelen her kim ki nefsini şeytandan ve firavundan aşağı bilmezse bizden birşey alamaz”
Şah-ı Nakşibend Hz.leri (K.S.A)
“Bir mürşid sofisinin gece yatağında sağdan sola kaç defa döndüğünü bilmiyorsa gitsin dağda eşkiyalık yapsın”
S.Muhammed Raşid Hz.leri (K.S.A)
“Bir mürşidin dört ayrı yönde dört ayrı müridi aynı anda can verse ve mürşid bunların imanını kurtaramasa gitsin eşkiya olsun”
S.Muhammed Raşid Hz.leri (K.S.A)
“Hızmet, Nimettir”Gavs-i Sani (k.s.)Cahil kalmayin;cahil olan hic bir sey bilmez,bilgisizlik de insanin sonu olur. Nasil ki araba kullanmasini bilmeyen arabayi devirirse ayni sekilde dini bilmeyenler de ibadetlerinde cesitli sıkıntilara ducar olurlar.Gavs Abdülhakim Bilvanisi (k s )
“Siz niyetinizi Allah için güzel yapın.Her işiniz güzel olur. Kulun güzel niyetini Allah bilsin yeter…
Gavs-ı Sani (k.s)

ÖLMEYİ İSTEMEDİĞİN DURUMDA VE HALDE OLMA. ŞAH-I NAKŞİBEND
ESKİDEN İNSANLAR, YILLARCA GEZER KENDİLERİNE MÜRŞİT ARARLARDI.GÜNÜMÜZDE MÜRŞİTLER,KAPI KAPI DOLAŞIP MÜSLÜMANLARIN İMANLARINI KURTARMAYA ÇAĞIRIYOR.ABDÜLHAKİM HÜSEYNİ.(K.S)
İnsanlarahizmet ve iyilik etmek isteyen kimse kendi nefsini ıslah etsin yeter nefsini ıslah etmeyen kimse insanlara gercek faydayı veremez Sadatlar nefislerini ıslah edip istikamet üzere gittiklerinden insanların hidayetine ve ebedi saadetine vesile olmaktadırlar. Gavs-ı Sani (k.s)
Çok büyük bir kıyamet gününün, en dehşetli, en zahmetli, en tehlikeli zamanındayız, çalışmak şarttır, gündüz gece çalışacağız sonra çalışmayı Allahu teala çok sever, Sadatlarda çok sever onun için dünya değilde ahiret için çalışacağız… Gavs-ı Sani (k.s)
TAKVA VAR İSE FETVA YA GEREK YOKTUR. GAVS I SANİ HZ(K.S)
“Hizmet edene hizmet edilir çünkü hizmet nimettir.” Gavs-i Sani (k.s)
Tövbe odur ki başkalarının da tövbesine vesile olur.” Gavs Abdülhakim el-Hüseynî Bilvânisî
“Zikir kalbin gıdasıdır; gıdasını almayan kalp zayıflar sonra da ölür. Kalp ancak zikir ile beslenir, kuvvetlenir, tatlanır, manen hayat bulur.” Gavs-ı Sânî (k.s)
“İstikamet, kerametten üstündür.” Abdülhakim Arvâsî (k.s.)
Allah bir kulu severse,sevdiğine gönderir,terbiye ettirir, azametine yakışacak edeb öğrettirir. Sonra onu sever.Sana müjdeler olsun.Seni bir mürşide gönderdiyse haberin olsun, seni seviyor ŞAH-I NAKŞİBEND HZ.
___________________________________
Nasihatler.com dan alintidir